Atık ilaçları ,pilleri topluyoruz.Bireysel olarak katkımızın yanında mesleki kimliğimizle bunların imhası ile ilgili çalışmalarda görev alıyoruz.Gazetelerin dönüştürülmesinde,kapakların toplanmasında,cam şişelerin toplanmasında,plastik malzemelerin dönüştürülmesinde ve hatta pişmiş yağların biriktirilip toplanmasında ve daha bir çok çevreci yaklaşımda yerimizi alıyoruz.Bu paylaşımımı okuyan herkesin elinden gelenin en iyisini yaptığına inanıyorum.En azından tüketirken,doğaya ne yaptığımızın farkındayız...
Artık dünyada karbon ayak izini hesaplayan sistemler de kuruldu.Yaşam biçimimizle ne kadar CO2 ürettiğimizi hesaplayabiliyor,bunu telafi etmek için ne yapmamız gerektiğini bile biliyor ve çözümler üretiyoruz...Bir ağacın yaşadığı sürece 0,73 ton CO2 soluduğunu bilerek kendi zararlarımızı 3,5,10 ağaç dikerek hafifletebiliyoruz..
Acaba kaçımızın sağlıklı yaşayan ağacı var?
Doğa ile içiçe yaşama şansı olanlar,kıyısından köşesinden bir meyve ağacı yetiştirmiş ya da fıstık çamının, ceviz ağacının belki de bir çınar ağacının büyümesi sürecine tanık olmuşlardır.İnsanın yaşadığı yerde , başka bir tür canlı ile geçimli bir yaşam sürmesi zordur.Evcil hayvan,çiçek,sebze,meyve farketmez...Herşeyi ile ilgilenirseniz o canlı ,varlığı ile sizi besler...Bir çoğumuz da beceremeyiz..Zamanımız yoktur...Paramız yoktur...İnancımız yoktur..Standartlarımızı etkilediğini düşünürüz.Güncel bir ifade ile konforumuzdan fedakarlık etmek çok da işimize gelmez...
Yapraklarını döktüğü için begonvili ya bahçeden sökeriz ya da yapraklarını sokağa,asfalta dökecek şekilde yetiştiririz...İğde ağacı meyvalarını vermeye başladığı zaman arıları çekiyor ,yapraklarını da döküyor ve gölgesi de çok kullanışlı değil diye,hevesimizi alır sonra yerine başka bir şey dikeriz...Yazlık ev edinenlerin ilk işi bahçelerini düzenlemektir.Yerine göre ağaçlandırılıp,güller dikilir,çim alan yapılır.Ekonomik gücünüz yerindeyse bahçıvanınız vardır baktırırsınız...Ama" yaparsam kendim yaparım,bahçeyle uğraşmak stresimi alıyor" diyebilirsiniz.Sonra bakarsınız,iş çoktur.Çim biçilmek ister,sulanmak ister.Çiçek kurur...Su azalır...Sinek çoğalır.Kışın bakmak lazım.Kim ilgilenecek?..Toprak size yük olmaya başladığı anda bütün bahçeyi karo taş haline getirirsiniz....
Aslında zor gelen ,şehir yaşantısı ile doğa arasında sıkışıp kalmamız değil mi.?3-5 ay yaşadığımız evlerin bize her anlamda yük olması gayet doğal...Çünkü bizler oraların sahibi olup da devamlı yaşamayarak zaten doğadan çaldığımız yerleri betonlaştırıp,atık kaynakları adına bir kapı(!) daha açıyoruz...Sonra da bunu telafi etmek için yük altına girmeye çalışıyoruz....Ve beceremiyoruz...
İşte tam burada farklı bir pencere açmak istiyorum.Hepimizin zaman zaman dile getirdiği bir serzeniştir..."Nerede o eski domateslerin tadı,kokusu"....ya da "Çocukluğumda yediğim incirin tadını bulamıyorum" ..ya da "Komşunun bahçesinden erik çalardık,hiç unutmam tadını" dersiniz...Her ne kadar incirin tadı ağacın tepesinde yenmesiyle,eriğin ekşisi de komşunun olmasıyla ilgili de olsa da aynı tad değildir işte...Aslında bunu söylerken 30-40 yıl öncesinden bahsediyoruz.Peki şimdi aynı toprakta ,aynı bahçe kültürü ile aynı lezzeti neden yetiştiremiyoruz?
Ailem yaklaşık 24 yıldır toprak üstünde yaşıyor...Ve ben çok şanslıyım ki;hala çıkabileceğim bir incir ağacımız,toplarken her tarafımızı boyayan bir dut ağacımız var.Meyvasından sebzesine,pekmezinden reçeline,turşusundan salçasına,zeytininden yağına kadar kendi ihtiyacını üretip tüketen bir yaşam biçimini tercih etmişken ben dahi domatesin ya da şeftalinin tadının neden değiştiğini düşünüyorum.
Ekolojik dengenin bozulması ile toprak verimini kaybediyor.Bahçenize ektiğiniz domates çabuk hastalanıp,yeterince mahsul vermeden ölüyor.Şeftali,çiçek açmışken ya zararlı bir böcek tarafından darbe alıp hastalanıyor ya da mevsimsel dengelerin bozulmasıyla meyva üretemiyor.Yani;bir çoğumuzdan daha çok toprakla içiçe olan babam ve annem de buna engel olamıyor...Neden?
Çünkü,kusursuz olan döngüde bir zincir kırılınca , "yeni nesillerin geleceği"nin yokolma süreci başlamış oluyor.Biz doğayı yaşayabilenler olarak çok şanslıyız.Çocuklarınızın acaba anlatabilecekleri bir ağacı olacak mı?...Torunlarınızın bir meyvayı dalından koparıp yeme şansının olabileceğini düşünüyor musunuz?
Marketlerde,manavlarda ve hatta pazarlarda "tarla ürünü" olarak sunulan parlak,iri,hoş kokulu ve çok lezzetli(-dediğim gibi göreceli bir kavram bu) mahsulün ,geliştirilmiş ürünler olduğunu ,bunların gelişimleri sırasında dayanıklıklarını arttırmak ve zararlılara karşı korumak için kimyasal gübreler ve ilaçlarla biraraya getirildiğini aklımızda tutmaya çalışalım...Pazardan alıp geldiğiniz ve dolaba yerleştirdiğiniz kabak ya da salatalığın 3 gün sonra büyüdüğünü farketmişsinizdir mutlaka..Ya da üreticinin mahsülüne attığı kimyasal ilacın prospektüsünde "15 gün boyunca toplamayınız ,el sürmeyiniz" yazar...Uzun süre dolapta bozulmayan mahsülün dayanıklılığı buna bağlı olabilir mi??
Bu çok güzel ve lezzetli gıdalar için aslında ödediğimiz büyük bir bedel var ki o da ;toprağı kimyasal ile beslerken,ilaç atıp zararlıları yok etmeye çalışırken tüm yararlıları da yokettiğimizdir.Bir sonraki yıl,aslında toprak için gerekli olan gıdayı da yokediyoruz.Bu nedenle bahçemize oğul yapmayı düşünmediği için uğramayan arılar,ülkemizi terkeden uç uç böcekleri var.Bunlar sebze meyve zararlıları ile beslenen canlılar.Biz onların besinlerini yoketmek için kimyasallara para harcıyoruz üstelik..Arı ve böcekler olmadığı için ,bahçemize uğramayan kuşlar doğaya küsüp ülkeyi terkediyorlar ....
İşte ,dünyada bir kısım insan "Sürdürelebilir Yaşam Şekli"nin kurgusuyla uğraşıyor.Bu insanların maddi değerlerin minumuma düşürüldüğü,bilginin ve tecrübenin paylaşılırken takas edildiği bir sistemde kendilerini çoğaltma çabaları boşuna olamaz.
Permakültür;doğal ekosistemlerin çeşitliliğine ,istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanmasıdır.Üzerinde yaşayan insanlar ile arazinin gıda ,enerji,barınak ve diğer maddi/manevi ihtiyaçlarını sürdürebilir bir şekilde karşılayan ahenkli bütünleşmelerdir.Toprağı bu şekilde kullanmazsak istikrarlı bir düzen sağlayamayız.
Son 10-15 yıla bakarsanız giderek sadece tüketim toplumu haline geldiğimizi,her türlü maddenin en parlak satış koşullarında sunulduğu ,bu yıllarda doğup büyüyen çocukların marka düşkünlüğüne varan bir yaşam biçiminde olduğunu ve onların ebeveynleri olan bizlerin de ruhsal gelişimleri adına bunu kabullenip,düzeni bozmadığımızı(!) görebiliriz.Tüketilen herşeyin bir atık haline geldiğini ve dönüştürülmedikçe bu atık içinde gün be gün bizim ve geleceği için çırpındığımız neslimizin yok olduğunu görmek çok zor değil...
Permakültürel tasarım;kavramsal,maddi ve stratejik bileşenleri ,tüm canlıların yararına çalışan bir model içinde bir araya getiren sistemdir.Bu konunun tüm dünyaya tohumlarını atan kişi Bill Mollison,26 yıldır bıkıp usanmadan 120 ülkeyi bizzat gezip tasarım uygulamalarını yapmıştır.Sertifika programları ile bilgiyi paylaşmaya da devam etmektedir.Bu kültürün etik ilkelerini ise şöyle sıralamaktadır;
"1-Yeryüzüne özen gösterme=Bütün yaşam sistemlerinin devamı ve çoğalması için gerekli koşullar sağlama.
2-İnsanlara özen gösterme=İnsanların gıda,barınak,eğitim ,tatmin edici iş ve keyifli insan ilişkilerine sahip olarak sağlıklı bir şekilde varolmaları için gerekli kaynaklara ulaşmalarını sağlama.
3-Nüfus ve tüketime sınır getirme=Kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak yukarıdaki ilkeleri desteklemek için kaynak ayırabilme."
Şimdi "kendi sebzemizi kendimiz mi yetiştireceğiz?" diyebilirsiniz.Bilinçli organik tarım yapamasak bile,bu ilkeleri bilerek bu değerler ile yetiştirilmiş besinleri tüketmek,organik besin talebini arttırıp hem yöntemi destekleyip hem de yaygınlaşmasını ve ucuzlamasını sağlayarak, taşın altına elimizi koymaktır.
Devlet politikalarının son yıllardaki uygulamaları ile tarım ve hayvancılık alanında gelinen durum ortadadır.Giderek tarım alanlarının,yüksek bloklarla kaplı şehir uzantıları haline getirilmesiyle nefes aldığımız alan daralmaktadır.İthalata dayalı bir ekonominin ,uğur böceklerini,eşekleri ya da kobayları bu ülkeye ithal etmenin, para ile konforu satın alma kolaylığına kaçmanın bize nelere mal olacağını hepimiz görebiliriz aslında...Bugün endemik bitki türleri ile dünyanın gözünü diktiği bir ülke iken fitoterapinin,homeopatinin sözü geçen ülkeleri arasında yer almamamız mesleki açıdan da kayıptır.
Az'a ve Öz'e dönme gerekliliğini Doğa bize hergün söylüyor.Bilinç düzeyimize göre çevreci hareketlere katkılarda bulunuyoruz.Bu katkıların yanında önemli olan ,bu bilinç düzeyinde çoğunluk oluşturmaktır.Doğru insanlarla doğru paylaşımlarla ,basit ve hiç de zor olmayan uygulamalarla sürdürülebilir yaşamın bir parçası olabiliriz.
Bugün değilse ,ne zaman?Biz değilsek ,kim?Gökyüzünü boyamak için bize katıl....HERBİRİMİZİN YAPABİLECEĞİ O KADAR ÇOK KATKI VAR Kİ....yeter ki farkında olalım.
Ecz.Hülya ŞENOĞLU
Eczane GÜZELYALI
hulyasenoglu72@gmail.com