2 Kasım 2011 Çarşamba

Permakültür İle Tanışma






Son 20 yıldır meyvesinden sebzesine,reçelinden pekmezine,turşusundan salçasına,zeytininden yağına kadar kendi ihtiyacını üretip tüketen bir yaşam biçimini tercih etmişken,yoğurdunu ve ekmeğini kendi yapmayı alışkanlık haline getirmişken ,domatesin ya da şeftalinin neden eski lezzette olmadığına kafa yoruyordum.Ekolojik denge bozuldukça ,toprak verimsizleşiyordu.Domates fidanınız,hastalanıp yeterince mahsül vermeden ölüyordu.Meyva ağacını bir sürü zararlı böcek sarıyor,biz de bununla nasıl başedeceğimizi düşünüyorduk.
"Ne yapabiliriz?"i araştırırken;dünyada bir kısım insanın "Sürdürülebilir Yaşam Şekli"nin kurgusuyla uğraştığını öğrendim.Bu insanların; maddi değerlerin minumuma düşürüldüğü,bilginin ve tecrübenin paylaşılırken takas edildiği bir sistemde kendilerini çoğaltma çabaları boşuna olamazdı...
Bill Mollison,dünyayı dolaşıp insanlara bir kültürü anlatmaya çalışıyordu."Permakültür" adını verdiği sürdürülebilir yaşam şeklinin etik ilkelerini;yeryüzüne özen gösterme ,insanlara özen gösterme ve kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altında tutarak nüfus ve tüketime sınır getirme olarak sıralıyordu Bill Dede..
Biraz daha araştırınca bu iz üzerinde yürüyen ülkemdeki öncülere de ulaştım.Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü kurucusu Mustafa F.Bakır ve bir grup arkadaşı Erkan Buğday,Selin-Murat Akhuy,Pınar -Mete Hacaloğlu,Pelin-Saydam Beyazıt İzmir'in Bayındır ilçesi,Dernekli Köyüne bağlı terkedilmiş Mersinli(Marmariç) mahallesine yerleşmişler,yaklaşık 800 m rakımda ve eğimli arazide Birleşmiş Milletler destekli"Permakültür Tasarım Yöntemleri ile Doğa Dostu,Sürdürülebilir ve Verimli Arazi Kullanım Modeli Geliştirme ve Uygulama Projesini"faaliyete geçirmişlerdi.
Kurmuş oldukları Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği'nde 20-21 Ağustos 2011 tarihlerinde yapılan Permakültüre Giriş kursuna katıldım.
Geleneksel uygulamaların bilgi ve güncel iletişim ağı ile gelişip değer kazandığı,cesaret ve özveri ile paylaşıldığı ve sürdürülebilir olmak için her türlü temelin sağlam atılması için çaba harcandığı bu ortamda olmak ve bu insanları tanımak benim için büyük bir kazançtı.Staj yapan gençleri ile bir işin ucundan tutma çabasındaki konukları ile farklıydı Marmariç...Kompost yapımını ,malçlamanın önemini,örüntü kavramını öğrenmiş olmak elinize aldığınız herşeye farklı bakmanızı sağlıyor.Herşeye "en az iki işe yaramalı "gözüyle bakınca toprak ve doğa ile yaşamınız ayrı bir anlam kazanıyor.Orada olmanın keyfiyle kısa bir süre sonra da "Verimli Odun Ocakları ve Sobaları " ile ilgili bir atölye çalışmasına katıldım.Bu yılın pekmezini yaparken çok işimize yaradı Carlotta Verner'in bilgileri..Heryıl aynı miktarda üzüm için yaklaşık 2 gün boyunca yanan pekmez ocağımız,bu yıl aynı miktar üzümü 1 gün de kaynattı...Daha az odun ile daha kısa sürede aynı verim, memnuniyet vericiydi...
Aslında bütün çabam;
-"Doğanın bize değil,bizim doğaya ihtiyacımız olduğunu" hiç unutmadan
-"Bir tek ben yaparsam,ne değişir ki?"demeden
-"Biz değilsek kim?Bugün değilse ne zaman?" diyerek yola devam edebilmek için...
Sevgiler
Ecz.Hülya Şenoğlu

1 Ekim 2011 Cumartesi

Suyumuza Ne Karıştı?


Suyumuza Ne Karıştı?
Bu yazıyı yazarken bu kadar zorlanacağımı düşünmemiştim doğrusu.Bir çok bilgiyi bir araya getirip sonra da endişe içinde yazdıklarımı defalarca okuyunca şaşkınlık içinde kaldım.Hani gündem plastikler içinde satın aldığımız su ama biraz araştırınca manzara çok kötüleşti.
5lt ve 1.5 lt lik ambalajlarla su tüketirken Poli Etilen Tereftalat yani PET içindeki Stalat suyumuzun içine karışıyor.Ayrıca bu plastiği yumuşatmak için Antimon denilen bir ağır metal kullanılıyor ki o da suyun içine karışıyor.Kana kana içtiğimiz su,bize ulaşıncaya kadar 55 derece sıcaklıklara çıkıyorsa stalat ve antimon da içmiş oluyoruz.Bu iki madde hormon bozucular arasında yer alıyor.Örnek;östrojen etkisi göstererek 3-5 yaşındaki çocukların adet görmesine neden olabiliyor.
19 lt lik su bidonlarına gelelim.Polikarbon denen bir plastiktir ve hammaddesi Bisfenol-A'dır.BPA'nın kanser yaptığı 1930'dan beri bilindiği halde hala biz o bidonlardan su içmeye devam ediyoruz.Kısa bir süre önce eczanelerimizden de yakından takip ettik.Bebek ürünlerinde BPA'lı malzeme kullanımını yasakladılar.İyi de mamaya kattığımız su Bisfenol-A'lı su bidonundan ise?! Isıyla birlikte açığa çıkan bu maddelerin nelere ortam hazırladığını düşünmek bile ürkütücü.Batı ve güney bölgelerde suyun sıcaklığı depolama ve sevkiyat sırasında kimbilir kaç derece oluyordur.Prof.Dr.Kenan Demirkol "Sülalemizi kanser yapmaya yetecek kadar kimyasal alıyoruz" diyor.
Naylon folyo,PoliEtilen bir maddedir.PE'nin bugüne kadar sağlık yönünden sakıncası tespit edilmemiştir.Ama buzdolabı poşeti kutusunu elinize alın ve bakın."Gıda ambalajına uygundur" yazmasına rağmen nedense markalar arasındaki fiyat farkı,üçgenin altında yazan bir sürü harf benim kafamı bulandırıyor.
Çıt diye kırılan malzemeden bardaklar,yoğurt kapları,elimizi yakmadığı için konforla kullandığımız köpük malzeme PoliStyrine maddesinden yapılıyor ki;otobüs ya da uçak seyahatlarinde sunulan çay ve kahvemiz ile eve sipariş ettiğimiz sıcacık pide vb. hazır yemeklerle Styrine alıyoruz.Plastik yoğurt kaplarına gelince,alırken üzerinde belirtilmiş üçgene mutlaka bakmamız gerekiyor.Bu üçgennin altında PP yazıyorsa yani PoliPropilen ,güvenlidir ki;üçgenin içinde de 5 yazar ve PP 'yi anlatır.İşte burada dikkat edeceğimiz nokta; markaya göre değil ambalaj üstüne bakarak satın almak olmalı.Çünkü aynı firmanın,farklı marketlere farklı plastikle gıda gönderiyor olduğunu unutmayın..Adi plastik ,ucuz ürünler satan marketlere,iyi plastik lüks semtlere...!
Plastiğin günlük yaşamdaki kullanım alanları öyle çok ki...Yukarıda bahsettiklerimin dışında kullandığımız plastik masa ,sandalye ,çocuk oyuncaklarını,elektrikli eşyalarınızı,PVC pencere sistemlerinizi,cep telefonlarını,laminant parkelerinizi de düşünün...Sağlık açısından risk taşıyan bir çok ürün ,maalesef kullanılıp sonuçları ortaya çıktıktan sonra anlaşılıyor.Bugün bu kadar çok kanser vakası ile karşılaşıyor olmamızın bütün bunlarla ilgisi olmadığını mı düşünüyorsunuz hala?
Son olarak aklınızda kalmasını dilediğim şu;
Bisphenol-A ,gıda ambalajlarını(konserve kutuları,kutu meyva suları,süt vb) astarlayan kimyasalın içeriğidir ve polikarbon plastiğin önemli bir yapı taşıdır.Genelde,geri dönüşümlü tekrar tekrar kullanılabilme özelliğindedir.Tabanındaki üçgende 7 yazan plastiklerdir.Şimdi mutfağınıza gidip raflarınızı ,saklama kaplarınızı,su bidonlarınızı kontrol etmelisiniz..Unutmayın ;bu madde temas ettiği gıdalara geçme eğilimindedir.Bu,zamanla olur, ısı ile hızlanır.Östrojen olarak etki eder,tüketildiği taktirde hemen faaliyet gösterir.
Yapabileceğimiz en önemli hareketin,
*Bu malzemeleri satın almamak olduğunu unutmayın.
*En sağlıklı olanın cam olduğunu,plastik ambalajları tüketmeyerek cam talebinin artacağını lütfen satın alırken hatırlayın.
*Plastik içinde size sunulan gıdanın kutusunu lütfen inceleyin.
*Size sunulan konforu değil,sağlığı tercih edin.
Plastik maddeler,sentetik polimerik kimyasallar mikrobiyal ve bakteriyel müdahaleye açık değildir.Yaşam döngüsü içinde dönüştürülememektedir.Şu anda yakma haricinde herhangi bir çözümü olmayan katı atık yok etme sistemleri,plastiğin varlığı ile verdiği zarara çok benzer bir oranda hava kirliliği oluşturarak yok edilmektedir.Dönüştürülebilen plastiğin tekrar kimyasal işlemden geçirilerek değerlendirilmesi ve PoliEtilen eldesi mümkün olsa da içerdiği tüm kirliliklerle karşımıza tekrar çıktığı unutulmamalıdır.
Eczanelerimizdeki çalışmalarla geri dönüşüme katkıda bulunmaya çabalasak da esas olan sağlıklı ambalajlı ürünleri tüketme alışkanlığıdır.Bugün plastikler ilgili manzarayı sunmaya çalıştım size..Sırada ne var biliyor musunuz?Teneke ambalajlar ve poşet çaylar hakkındaki korkunç gerçekler!...Onlardan da bir sonraki yazıda bahsedeceğim.
Sağlıkla kalın.

Ecz.Hülya Şenoğlu

15 Eylül 2011 Perşembe

Sürdürülebilir Yaşam Şekli İçin Ne Yapabilirim?


Atık ilaçları ,pilleri topluyoruz.Bireysel olarak katkımızın yanında mesleki kimliğimizle bunların imhası ile ilgili çalışmalarda görev alıyoruz.Gazetelerin dönüştürülmesinde,kapakların toplanmasında,cam şişelerin toplanmasında,plastik malzemelerin dönüştürülmesinde ve hatta pişmiş yağların biriktirilip toplanmasında ve daha bir çok çevreci yaklaşımda yerimizi alıyoruz.Bu paylaşımımı okuyan herkesin elinden gelenin en iyisini yaptığına inanıyorum.En azından tüketirken,doğaya ne yaptığımızın farkındayız...
Artık dünyada karbon ayak izini hesaplayan sistemler de kuruldu.Yaşam biçimimizle ne kadar CO2 ürettiğimizi hesaplayabiliyor,bunu telafi etmek için ne yapmamız gerektiğini bile biliyor ve çözümler üretiyoruz...Bir ağacın yaşadığı sürece 0,73 ton CO2 soluduğunu bilerek kendi zararlarımızı 3,5,10 ağaç dikerek hafifletebiliyoruz..
Acaba kaçımızın sağlıklı yaşayan ağacı var?
Doğa ile içiçe yaşama şansı olanlar,kıyısından köşesinden bir meyve ağacı yetiştirmiş ya da fıstık çamının, ceviz ağacının belki de bir çınar ağacının büyümesi sürecine tanık olmuşlardır.İnsanın yaşadığı yerde , başka bir tür canlı ile geçimli bir yaşam sürmesi zordur.Evcil hayvan,çiçek,sebze,meyve farketmez...Herşeyi ile ilgilenirseniz o canlı ,varlığı ile sizi besler...Bir çoğumuz da beceremeyiz..Zamanımız yoktur...Paramız yoktur...İnancımız yoktur..Standartlarımızı etkilediğini düşünürüz.Güncel bir ifade ile konforumuzdan fedakarlık etmek çok da işimize gelmez...
Yapraklarını döktüğü için begonvili ya bahçeden sökeriz ya da yapraklarını sokağa,asfalta dökecek şekilde yetiştiririz...İğde ağacı meyvalarını vermeye başladığı zaman arıları çekiyor ,yapraklarını da döküyor ve gölgesi de çok kullanışlı değil diye,hevesimizi alır sonra yerine başka bir şey dikeriz...Yazlık ev edinenlerin ilk işi bahçelerini düzenlemektir.Yerine göre ağaçlandırılıp,güller dikilir,çim alan yapılır.Ekonomik gücünüz yerindeyse bahçıvanınız vardır baktırırsınız...Ama" yaparsam kendim yaparım,bahçeyle uğraşmak stresimi alıyor" diyebilirsiniz.Sonra bakarsınız,iş çoktur.Çim biçilmek ister,sulanmak ister.Çiçek kurur...Su azalır...Sinek çoğalır.Kışın bakmak lazım.Kim ilgilenecek?..Toprak size yük olmaya başladığı anda bütün bahçeyi karo taş haline getirirsiniz....
Aslında zor gelen ,şehir yaşantısı ile doğa arasında sıkışıp kalmamız değil mi.?3-5 ay yaşadığımız evlerin bize her anlamda yük olması gayet doğal...Çünkü bizler oraların sahibi olup da devamlı yaşamayarak zaten doğadan çaldığımız yerleri betonlaştırıp,atık kaynakları adına bir kapı(!) daha açıyoruz...Sonra da bunu telafi etmek için yük altına girmeye çalışıyoruz....Ve beceremiyoruz...
İşte tam burada farklı bir pencere açmak istiyorum.Hepimizin zaman zaman dile getirdiği bir serzeniştir..."Nerede o eski domateslerin tadı,kokusu"....ya da "Çocukluğumda yediğim incirin tadını bulamıyorum" ..ya da "Komşunun bahçesinden erik çalardık,hiç unutmam tadını" dersiniz...Her ne kadar incirin tadı ağacın tepesinde yenmesiyle,eriğin ekşisi de komşunun olmasıyla ilgili de olsa da aynı tad değildir işte...Aslında bunu söylerken 30-40 yıl öncesinden bahsediyoruz.Peki şimdi aynı toprakta ,aynı bahçe kültürü ile aynı lezzeti neden yetiştiremiyoruz?
Ailem yaklaşık 24 yıldır toprak üstünde yaşıyor...Ve ben çok şanslıyım ki;hala çıkabileceğim bir incir ağacımız,toplarken her tarafımızı boyayan bir dut ağacımız var.Meyvasından sebzesine,pekmezinden reçeline,turşusundan salçasına,zeytininden yağına kadar kendi ihtiyacını üretip tüketen bir yaşam biçimini tercih etmişken ben dahi domatesin ya da şeftalinin tadının neden değiştiğini düşünüyorum.
Ekolojik dengenin bozulması ile toprak verimini kaybediyor.Bahçenize ektiğiniz domates çabuk hastalanıp,yeterince mahsul vermeden ölüyor.Şeftali,çiçek açmışken ya zararlı bir böcek tarafından darbe alıp hastalanıyor ya da mevsimsel dengelerin bozulmasıyla meyva üretemiyor.Yani;bir çoğumuzdan daha çok toprakla içiçe olan babam ve annem de buna engel olamıyor...Neden?
Çünkü,kusursuz olan döngüde bir zincir kırılınca , "yeni nesillerin geleceği"nin yokolma süreci başlamış oluyor.Biz doğayı yaşayabilenler olarak çok şanslıyız.Çocuklarınızın acaba anlatabilecekleri bir ağacı olacak mı?...Torunlarınızın bir meyvayı dalından koparıp yeme şansının olabileceğini düşünüyor musunuz?
Marketlerde,manavlarda ve hatta pazarlarda "tarla ürünü" olarak sunulan parlak,iri,hoş kokulu ve çok lezzetli(-dediğim gibi göreceli bir kavram bu) mahsulün ,geliştirilmiş ürünler olduğunu ,bunların gelişimleri sırasında dayanıklıklarını arttırmak ve zararlılara karşı korumak için kimyasal gübreler ve ilaçlarla biraraya getirildiğini aklımızda tutmaya çalışalım...Pazardan alıp geldiğiniz ve dolaba yerleştirdiğiniz kabak ya da salatalığın 3 gün sonra büyüdüğünü farketmişsinizdir mutlaka..Ya da üreticinin mahsülüne attığı kimyasal ilacın prospektüsünde "15 gün boyunca toplamayınız ,el sürmeyiniz" yazar...Uzun süre dolapta bozulmayan mahsülün dayanıklılığı buna bağlı olabilir mi??
Bu çok güzel ve lezzetli gıdalar için aslında ödediğimiz büyük bir bedel var ki o da ;toprağı kimyasal ile beslerken,ilaç atıp zararlıları yok etmeye çalışırken tüm yararlıları da yokettiğimizdir.Bir sonraki yıl,aslında toprak için gerekli olan gıdayı da yokediyoruz.Bu nedenle bahçemize oğul yapmayı düşünmediği için uğramayan arılar,ülkemizi terkeden uç uç böcekleri var.Bunlar sebze meyve zararlıları ile beslenen canlılar.Biz onların besinlerini yoketmek için kimyasallara para harcıyoruz üstelik..Arı ve böcekler olmadığı için ,bahçemize uğramayan kuşlar doğaya küsüp ülkeyi terkediyorlar ....
İşte ,dünyada bir kısım insan "Sürdürelebilir Yaşam Şekli"nin kurgusuyla uğraşıyor.Bu insanların maddi değerlerin minumuma düşürüldüğü,bilginin ve tecrübenin paylaşılırken takas edildiği bir sistemde kendilerini çoğaltma çabaları boşuna olamaz.
Permakültür;doğal ekosistemlerin çeşitliliğine ,istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanmasıdır.Üzerinde yaşayan insanlar ile arazinin gıda ,enerji,barınak ve diğer maddi/manevi ihtiyaçlarını sürdürebilir bir şekilde karşılayan ahenkli bütünleşmelerdir.Toprağı bu şekilde kullanmazsak istikrarlı bir düzen sağlayamayız.
Son 10-15 yıla bakarsanız giderek sadece tüketim toplumu haline geldiğimizi,her türlü maddenin en parlak satış koşullarında sunulduğu ,bu yıllarda doğup büyüyen çocukların marka düşkünlüğüne varan bir yaşam biçiminde olduğunu ve onların ebeveynleri olan bizlerin de ruhsal gelişimleri adına bunu kabullenip,düzeni bozmadığımızı(!) görebiliriz.Tüketilen herşeyin bir atık haline geldiğini ve dönüştürülmedikçe bu atık içinde gün be gün bizim ve geleceği için çırpındığımız neslimizin yok olduğunu görmek çok zor değil...
Permakültürel tasarım;kavramsal,maddi ve stratejik bileşenleri ,tüm canlıların yararına çalışan bir model içinde bir araya getiren sistemdir.Bu konunun tüm dünyaya tohumlarını atan kişi Bill Mollison,26 yıldır bıkıp usanmadan 120 ülkeyi bizzat gezip tasarım uygulamalarını yapmıştır.Sertifika programları ile bilgiyi paylaşmaya da devam etmektedir.Bu kültürün etik ilkelerini ise şöyle sıralamaktadır;
"1-Yeryüzüne özen gösterme=Bütün yaşam sistemlerinin devamı ve çoğalması için gerekli koşullar sağlama.
2-İnsanlara özen gösterme=İnsanların gıda,barınak,eğitim ,tatmin edici iş ve keyifli insan ilişkilerine sahip olarak sağlıklı bir şekilde varolmaları için gerekli kaynaklara ulaşmalarını sağlama.
3-Nüfus ve tüketime sınır getirme=Kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak yukarıdaki ilkeleri desteklemek için kaynak ayırabilme."

Şimdi "kendi sebzemizi kendimiz mi yetiştireceğiz?" diyebilirsiniz.Bilinçli organik tarım yapamasak bile,bu ilkeleri bilerek bu değerler ile yetiştirilmiş besinleri tüketmek,organik besin talebini arttırıp hem yöntemi destekleyip hem de yaygınlaşmasını ve ucuzlamasını sağlayarak, taşın altına elimizi koymaktır.
Devlet politikalarının son yıllardaki uygulamaları ile tarım ve hayvancılık alanında gelinen durum ortadadır.Giderek tarım alanlarının,yüksek bloklarla kaplı şehir uzantıları haline getirilmesiyle nefes aldığımız alan daralmaktadır.İthalata dayalı bir ekonominin ,uğur böceklerini,eşekleri ya da kobayları bu ülkeye ithal etmenin, para ile konforu satın alma kolaylığına kaçmanın bize nelere mal olacağını hepimiz görebiliriz aslında...Bugün endemik bitki türleri ile dünyanın gözünü diktiği bir ülke iken fitoterapinin,homeopatinin sözü geçen ülkeleri arasında yer almamamız mesleki açıdan da kayıptır.
Az'a ve Öz'e dönme gerekliliğini Doğa bize hergün söylüyor.Bilinç düzeyimize göre çevreci hareketlere katkılarda bulunuyoruz.Bu katkıların yanında önemli olan ,bu bilinç düzeyinde çoğunluk oluşturmaktır.Doğru insanlarla doğru paylaşımlarla ,basit ve hiç de zor olmayan uygulamalarla sürdürülebilir yaşamın bir parçası olabiliriz.
                           Bugün değilse ,ne zaman?Biz değilsek ,kim?Gökyüzünü boyamak için bize katıl....HERBİRİMİZİN YAPABİLECEĞİ O KADAR ÇOK KATKI VAR Kİ....yeter ki farkında olalım.                     

Ecz.Hülya ŞENOĞLU
Eczane GÜZELYALI
hulyasenoglu72@gmail.com