13 Şubat 2012 Pazartesi

Sevgili ile Kardelen'ler Eşliğinde Erken Kutlama

        
         Doğada geçirilen zamanlardan sonra bedeninizde bir sersemlik hissetseniz de geriye kalan haz paha biçilmez oluyor hep...Bilmiyorum ,doğayı sevmeyip de ısrarla yürüyüşlere katılanlar var mıdır ama bizler her buluşmamızda aşkların en güzellerinden birini yaşıyoruz ...14 Şubat öncesinde göze batan eğlence,hediye ve tüketim çılgınlığına karşı,bu pazar yapmış olduğumuz yürüyüş erken bir kutlama gibiydi aslında..Dile getirmeye fırsat bulamasam da hissettiğim,doğa ile birlikteliği gönlüne sığdırmış insanların "sevgililer günü" kutlamasıydı sanki...Her fırsatta kucaklaştığımız doğa ile sevdamızı yaşadık bir kez daha...Sert esintileri ile ürpertip,güneşi ile ısıtıp,bulutu ile gölge edip beş duyuyu da harekete geçiren doğa ile bir arada olmak hep güzel,yine güzeldi...Bitmez hiç onunla yaşadığımız aşk...
Bu hafta sonu ekibimizle Keltepe'ye yürüdük.Armutlu'dan başlayan yürüyüşümüzde güneş bizimleydi çokça.Bir ara yüzünü asar gibi oldu.O ara bulutlar bir kaç yağmur damlasını bizden esirgemedi.Sonra yine güldü yüzü.Esti rüzgar ara ara..Ama güneş hep içimiz ısıttı.Kar da vardı yer yer...Yeşil-beyaz cümbüşünü siz hayal edin artık...Hele hele öyle bir yerde soluklandık ki görülmeye değerdi...Manzarada Çıplakdağ,Mahmut Dağı,Gelindağ,Nif Dağı,biraz ileri de Spil ve en gerilerden bile kendini gösteren Dumanlıdağ....Karlı zirveleri ile ışıl ışıl ve görkemli...
Artık güneşli günleri bekliyoruz biz buralarda...Hepsi bu kadar işte;İzmir'de kış kıyamet denilen...Hani bir kaç soğuk gün daha, belki bir iki gün sulu kar ..Uzun uzun yağmurlar da olur belki...Ama bademler çiçeklendiler.. Aldanmışlar mıdır ki?Bizim bahçedeki badem için annem şöyle diyor..."Güneşi görünce aldandı!"...Nasıl güzel bir aldanıştır bu?Pespembe bir duruş,kışa rağmen...
Badem ağaçlarının bu tatlı şımarıklığına karşılık ,Kardelen'ler buğulu ve mağrur güzelliklerini narince göstermeye başlamışlar...Korkak ve utangaç....Biz de onları görmek istedik..Güzelliklerinden nasiplenmek belki de....Onlar da bizi üzmediler....Uzatmışlar artık narin boylarını...
Aslında hepimiz az çok biliyoruz Kardelen'leri...Ama yine de onlar hakkında bir kaç bilgiyi paylaşmak isterim.Bir çenekli ,çiçekli bitkiler familyalarından biri olan Nergisgiller(Amaryllidaceae) içinde sınıflandırılan Galanthus cinsi bitki türlerinin ortak adıdır Kardelen...Çok yıllık,soğanlı ve otsu bir bitkidir.Kar Çiçeği,Kış Çanı gibi isimleri olsa da halk arasında Garipçe,Öksüz Ahmet,Aktaş,Boynu Bükük,Karga Soğanı,Akça Bardak olarak bilinir...Aslında şu Öksüz Ahmet ve Karga Soğanı denmesinin de mutlaka bir hikayesi olmalı..Keşke bu yazıyı okuyan biri bilse de bizimle paylaşsa...
Mesleğim açısından bakınca da Kardelen çok değerli bir bitki aslında...İçerdikleri alkaloidler ve lektinler nedeniyle ilaç olabilme özelliği taşıdıkları için pek çok araştırmaya konu oluyorlar.Halk arasında toprak üstü kısımları kalbi kuvvetlendirici,mideye iyi gelen ve adet söktürücü etkileri nedeniyle ilaç olarak kullanılıyor.Toprak altı kısımları ise taze halde iken ezilerek çıbanları olgunlaştırmak için lapa olarak kullanılıyor.
Türkiye'de 14 türü doğada kendiliğinden yetişen bu güzel bitkinin bazı türleri ihraç edilmekle birlikte ,bazı türlerinin de soğanlarının toplanarak ihraç edilmesine yasak getirilmiş.Tabi pratikte ne kadar uygulanıyordur araştırmak gerekir!
Şimdi gelelim bizi en çok ilgilendiren bölüme...Kardan sonra,buzlu havalarda narin gövdesini uzatıp ters çiçeklerini açmaya başlar Kardelen...Bu mevsimlerde rüzgar ve yağış fazlalığı nedeniyle koca koca ağaçlar devrilirken ona bir şey olmaz.Işığı sever,ıslak ve nemli toprak ister .Ama en çok da rahatsız edilmek istemez.Çünkü çiçekler biterken tohumlar oluşuyor...O tohumlar havada uçuşup yeni bir yerlerde yeni kardelenlere öncülük ediyor.İşte bizim için en değerli bilgi bu olsa gerek....Mis gibi toprak kokusu eşliğinde ormanlar içinde yürürken ya da fotoğraf çekerken ,onun bu narin haline saygı duymamız gerekiyor...

Bir hafta sonunda daha yamaçlarda kardelenleri gözetleye gözetleye, patikalardan yuvarlana yuvarlana akşamı ettik ve Ören'de bitirdik yürüyüşümüzü...İki dev çınar ağacının arasındaki bir kahvede yorgunluk çayları içildi.Gözüm bir ara fırının camındaki "Ekşili Ev Ekmeği" yazısına takıldı..Sonrası malum...Akşam saati tükenen ekşi maya ekmek peşinde koşuldu pek tabi ki....Biraz daha erken bir saat olsa ,yöreye ait başka bir yiyeceği de tatma imkanımız olurdu belki...Nasıl sürdürebiliriz ki başka türlü geleneksel beslenme şeklimizi?Destek olmak için ,her gittiğimizde bulabilmek için "iyi ve güvenilir gıda"nın bu küçük yerlerden satın alınması taraftarıyım...Köylerin ,kasabaların bu anlamda ayakta tutulmasına katkımız olmalı...
Evet ,işte yine geçti gitti bir pazar daha..Seviyorum hissettiğim bu yorgunluğu..Memleketimin tepelerini dolaşıp,sırtlarını arşınlayıp yine eve döndüm.Bu sefer Kardelen çiçekleri eşlik etti güne..Hem dupduru bir tazelik, hem de bir o kadar buğulu ..Bembeyazdılar üstlerindeki su damlaları ile ama gönlüme renk kattılar...Mutluyum.

Hülya ŞENOĞLU
PATİKATREK ile Armutlu-Keltepe-Ören Rotası

7 Şubat 2012 Salı

Küçük ,Zayıf ve Acizim senin yanında Doğa...

Her hafta olduğu gibi içimdeki "ben"i doğa ile buluşturmaya devam ediyorum..
İzmir'im kışı bu kadar işte...Kim inanır ki üç gün önce kar yağdığına bu diyarlara...Nasıl ışıl ışıl bir güneş...Öyle bir toprak kokusu ki gökten yağan herşeyin güneş ile yoğurulmasi sonucu buram buram...Dereler gürül gürül ,eriyen kar suları ile daha çoşkulu...Bademler çiçeğe durmuş bile...
Hem içimde yine karlarda yürümek arzusu hem de artık daha hafif giysiler ile günü geçirme isteği ile düştüm yollara...İzmir'in neredeyse içinde,verimli zeytinlik alanları ile Kırıklar'dan başlayacaktık yürüyüşe...O kadar belli ki şehre yakınlığı..Yavaş yavaş köylere ait gelenekselliği bir kenara bırakmaya başlamış Kırıklar...Köy evlerinin yerini betonarme ve sevimsiz bir kaç katlı binalar almaya başlamış..Plastik doğramalar,klimalar ve yer karoları konforu sergilerken,geleneksel yaşamın zorluklarını bir kenara itmiş olmanın görüntüsü sokaklara taşmış...Köy kahvelerindeki o samimiyet bile yoktu işte...Bu şehirleşmeye dönük hali,Kırıklar hakkında bir kaç bilgi edinme isteği yarattı bende..
1600 yıllarda Mahmutlar köyü olarak var olan yerler veba salgınına uğrar ve tüm köy halkı ölür.Bir tek kadın kurtulur ve şu andaki yerleşim yerine gelir.Burada bir çobanla karşılaşır ve onun yanında kalır.Bu,köyün efsanesi...Köyün esas ismi ise Kırklar...Bu ismin de bölgede bulunan kırk evliya mezarından geldiği söyleniyor..300 haneye yaklaşan nüfusu ile Buca'nın dört köyünden biri ve 18 km uzaklıkta...İşte bu yakınlık belki de köyü geleneksel halinden uzaklaştımış.Eskiden tütün yapan bir bölge iken zamanla kiraz yetiştiriciliğine ve zeytine dönüş olmuş..2004 yılından bu yana da organik tarım yönünde bir çok çalışma yapılmış.2007 yılından beri de sertifikalı organik tarım yapılmakta.Başta zeytin olmak üzere kiraz,incir,üzüm ve çeşitli sebzeler organik tarım kapsamında üretilmekte...Yakın bir zamanda da zeytinyağı fabrikası,zeytin paketleme tesisi ve organik sabun üretim tesisi açılacak ki bunlar da köy kalkınma kooperatifi adı altında hizmet verecek.
Köyün içinden Nif dağı eteklerine doğru başladık yürümeye...Ara ara sert esintilere denk geliyor olmak, güneşin sıcaklığını kesmiyordu sabahın o saatlerinde bile..Yükseldikçe,patikalara daldıkça seslerin bitmesini istiyordum...Ama bir türlü o mekanik uğultu kesilmemişti...Çünkü şehre çok yakındık:((...Yükseliyor olmamıza rağmen gürültü kirliliğini hissediyor olmak!!...Uzunca bir süre yürüdükten sonra yüksek ağaçların tepelerinden gelen rüzgar uğultusu beni mutlu etmişti ..Doğanın engin hali beni çok etkilemiştir hep....Ne kadar küçüğüm ağacın yanında...Ne kadar zayıfım kayanın dibinde...Ve ne kadar acizim toprağın üstünde...


Orman yolunda ilerlerken bizi gözleyen bir çift göz farkettik..Yukarılardan,çam ağaçlarını kendine siper etmiş bize bakıyordu...Bir yılkı atıydı o...Bu vadiden yön değiştirip,mola vereceğimiz yere geldik.Şimdi daha iyi hissediyordum sessizliği,yalnızlığı....Güneşin sıcaklığı,su ve manzara,çoban barınakları aklımda kalanlar...Ateş yakıp,bir süre dinlendik...Bizim vadiye getirdiğimiz hareket ilgisini çekmiş olmalı ki peşimizden gelmişti yılkı atı...Uzaktan ama merakla bakıyordu...Tabi fotoğraf makinaları harekete geçti...Ama onun pek umrunda değildi..Güneşe çıkmadı bir türlü.Bizim neşemizi sevmiş olmalıydı..Ayrılmadı yanımızdan ,uzaktan uzaktan izlemeye devam etti...


30 Ocak 2012 Pazartesi

Şehirden Kaçıp da Nefes Alabiliyorsam...

         "Ya kuzum,sen soğukta,ayazda nereden buluyorsun bu enerjiyi de kalkıp gidiyorsun sabahın köründe dağlara?" diyen sesinizi duyar gibiyim...Yürüyüş sırasında da birinin sesi geliyordu arkalardan;"Sabah çok erken uyandım.Baktım ki bütün gün evde canım sıkılacak,atladım geldim "Bir diğeri;"üç haftadır,hastalıklar çıkmadı evden...dayanamayacaktım ben çıktım..".Ve başka biri daha " Ne iyi oldu geldiğimiz..Oh be ya.!.Ne güzel ortalık ..Güneşte yürüyüp,buz tutmuş ormanlara dalıyoruz..."
           Kısaca sadece ben değilim ,kendini her fırsatta dağlarda yürürken bulan..Şehrin keşmekeşliği hepimize “küçük bir mola” hayali kurduruyor aslında...Trafik,ses,yol çalısması,hiç bitmeyen kaldırım döşenmesi işleri,yağmurun neden olduğu çamur,yerel yönetimlerin doğru dürüst veremediği temizlik hizmeti,ortak alanı kullanmayı beceremeyen ve sadece kendi için yaşayan bencil insanlar,tepki veceğim diye ortada dolanan ve durmadan şikayet eden öfkeli ve saldırgan şehirliler!..Sizin kent yaşamına ait gözünüzde canlanan daha iyi bir senaryo var mı acaba?!Beni en çok yoran kısmı da çoğu zaman bu oyunda “oyuncu” olmak zorunluluğu!...İşte bencilliğimin en sonsuz halini pazar günleri bu nedenle yaşıyorum ben...Her şeyi bir kenara itip toprak kokusu duymak uğruna,çamura bulanmak,yağmur altında sırılsıklam olmak,kara basmak, üşümek için çıkıyorum evden.Evde beni bekleyen işleri,kedimi ve belki de bir günü onlarla geçirmemi bekleyen ailemi geride bırakarak bencilliğimi son noktaya vardırıyorum...
         İyi geliyor soğuk bana..Üşümeyenlerdenim..Kendime geliyorum elim ayağım buz kesilse de...Doğanın seslerine alışkınım ...Kuş sesi duymazsam "neden?"diye soranlardan oldum mesela...Elime diken battığında ya da çalılar bacağımı çizdiğinde,takılıp da bir taşa dizimi sürttüğümde hissediyorum doğanın varlığını ve o anda şehirde olmadığımı...Tercihler var hayatta ..Pazar gününü kanepede gazete okuyarak geçireceğim bir günde hiç şey bulmuyorum bana yakın..Hatırladığım üç hafta sonu yoktur miskinlik yaptığım...Yok ya !İyi ki yapmıyorum ..Uykuda geçen zamanı bile “kayıp” sayarken...yok yok ...böyle iyi;) İşte bu duygularla çıktım evden...
          Rota Kemalpaşa ve Armutlu istikametinden Osmaniye Köyü idi.Daha önce Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü'nün eğitimlerine katılmak için biraz daha yukarıdaki Dernekli Köyü'ne giderken daha uzun olmasına rağmen mis kokan ağaçların olduğu,su sesinin kuş cıvıltılarına karıştığı bu yolu tercih etmiştim.Yürüyüşü bu tarafta yapacak olmamız beni sevindirmişti.Yaz aylarındaki o yeşil ve çoşkulu halini,kışın soğuk buz örtüsüne bırakmış olsa da vahşi güzelliğinden bir şey kaybetmemiş bu manzara beni epeyce de heyecanlandırmıştı.Ağaçların dökülen yaprakları ile yeşil azalmış olsa da ,vadinin tabanındaki coşkulu şelaleler göze görünür olmuştu.Aracın içinden vadinin derinliğini ve hatta suyu görebiliyordum.Sol taraftaki sert kaya dokusu,sızan suların donması ile kendine yeni bir silüet yaratmıştı.Bu duruma dik yamaçtaki ağaç ve çalılar da dallarıyla eşlik ediyorlardı.Uzun uzun bakıp,hayal dünyanızda masalların karakterlerini burada görebilmek de mümkündü:))Dev yarasalar,boynuzlar,heybetli sütunlar,kendini aşağıya doğru bırakmış melekler,sahnede dans eden balerinler....:))İşte buz kütleleri ile bakışırken Osmaniye Köyü'ne varmıştık.Sobası gür gür yanan bir köy kahvesinde artık neredeyse 10 dakikaya sığdırdığımız kahvaltımızı yapıp tekrar aracımıza atlayıp Çınardibi Köyü'ne geldik.Rotamızın başlangıcıydı burası..
          Yüzümüzü Mahmut Dağı'na çevirip yol almaya başladık.Bazen orman yolunda ,zaman zaman da yola ,yol olma hakkını vermemiş taş kütlelerinin üzerinde hafifçe yükselmeye başladık.Küçük bir yön değişikliği ile Fener Tepesi'nin 1150 m lik tepesine gelmiştik bile...Manzarada sis bulutlarının içinden yükselen zirveler vardı.Fener tepesindeki bodur ağaç tipleri ,kışa direnen tüm bitkiler kar kristallerinden oluşan yeni çehreleriyle güneşte parlıyorlardı.Etrafa bakınıp,iyi bir kadraj yakalamaya çalışırken güneş de üşümememiz için elinden geldiğince parlıyordu.Rüzgar yoktu.Yola devam etmemiz gerektiğini anlatan düdük çaldığında geri dönüp yamaçtan aşağıya doğru sallandık.Sık bir çam ormanından geçen patika gerçekten görülmeye değerdi...Kar ile bembeyaz bezenmiş toprak,üstünde yükselen çam ağaçlarının arasından sızan gün ışığı etkileyici bir manzara yaratmıştı.Dolayısıyla soğuğun farkında değildim...Nem ve hafif rüzgar aslında zehir gibi yakıyordu ..Gruptan geride kalınca hızlı ve bir kazaya fırsat vermemek için de dikkatli bir şekilde yürümeye başladım tekrar..Bu sırada kar örtüsü yerini başka bir kış ormanına bıraktı...Islak,soğuk,sert esintili ama hafif güneşli mis kokan bir orman:)Bugünün konsepti buydu sanırım..Yön değiştikçe mevsimler değişti sanki...
          Orman yavaşça aralandığında suların aktığı bir yamaçta mola verdik.Bir tek kuru dal bulamaz iken ateş yakmak zor olsa da deneyimler,ön hazırlık,çıra ve en önemlisi de karnı aç ve sucuk pişirmekten başka bir şey düşünmeyen insan topluluğu ,yarım saat sonra alevli közlerin etrafında sohbetler başlamıştı bile...Güneş az sonra tepenin arkasında kaybolacaktı.Biraz sessizliğe ihtiyacım vardı.Doğanın muhteşem seslerinden oluşan sessizliğe...Kısa bir süre sonra üşüme duygum ağır basacaktı.Hissediyordum.Hareket etmeliydim..Yamaçtan aşağı doğru yürümeye başladım.Yapraklarını indirmiş dev gövdeli çınarlar arasından akan su yer yer şelaleler oluşturmuştu..İşte su sesiyle gelen dinginlik,aradığım buydu belki de....Tekrar yukarı çıkıp,bir kez daha indim..Isınmıştım..Sucuk operasyonunu da midemde sonlandırdıktan sonra ,sıcak çayımı elime almıştım işte:)...
          Yine iniş vakti geldi....Çoğu zaman suya paralel bir yürüyüşle,yola kadar indik.Şelalelerde fotoğraf çekilmeler peşindeyken benim için yılın ilk kardeleni düştü önümüze ...Çınar yapraklarının arasında tüm canlılığıyla bizi selamlıyordu sanki....Onu incitmeden biraz fotoğrafladık..Sonra yoldan yürümeye devam ettik...Su birikintilerinin buz tutmuş halleri ile eğlenip,ormanın içinden biraz rüzgarla irkilip inişi tamamladık.Yürüyüşün bitişi Bayramlı köyü idi..Derenin üstünden aşıp son bir tırmanış ile köye ulaştık...Bu köy sıcacıktı...Çünkü ben Melek ile tanıştım...:))Evlerinin önündeki küçük ağılda yavru kuzuları seviyordu onu gördüğümde..3. Sınıfa gittiğini ,köylerindeki okulun da üç sınıflık olduğunu daha sonra başka bir köyde okula devam edeceğini söyledi...Bir an bizim şehirli çocuklar ve ailelerinin okul durumları aklıma geldi...Okul için,okumak için girdikleri telaşlar,beğenmezlikler,seçimler...Oysa onun tek bir seçeneği vardı...:((Onun bir çok konuda tek şansı vardı ki zaten...Ağılın tel çitine doğru yaklaştığında bütün koyunların ona doğru yönelmelerini gördüm.Meğer hep severmiş onları Melek...Hele yeni doğan iki tanesini kucağından indirmiyormuş Melek:)) ..Bu güzel yüzlü çocuğa baht diledim köy kahvesine doğru yürürken...Kendim için de; çektiğim fotoğrafını getirip ona verme fırsatını...
İşte yine bitmişti ...Bir yürüyüş,bir pazar günü daha...13 km lik bu yürüyüş ile haftanın tüm yorgunluğunu dağlarda,ağaçlarda, toprakta bırakmış geri dönüyorduk....Ellerimiz ve burnumuz üşümüzdü ama yürekler sıcacıktı....
       Hülya ŞENOĞLU
       PATİKATREK ile Kemalpaşa Osmaniye-Bayramlı Rotası

22 Ocak 2012 Pazar

Kar'ın Güneşli Yüzü

Güzelsin kar...Bembeyazsın...Soğuk olsan da dokunma arzusu yaratacak kadar parlaksın...Güneş sana çok yakışıyor...Ağaç sana çok yakışıyor...Üzerinde var olmayı seven insanlar sana çok yakışıyor....
İzmir insanının hayalidir kar...İnsanın içine işleyen ayazını herkes bilir bu kentin..Bu soğuğu çeker dururuz da kar yağmaz bir türlü işte...Hani 5-10 yılda bir yağar da incecik tutar arabaların üzerinde...Kartopu oynamaya kalkarız bir avuç kar ile...:) Yok mudur arabalarınızın kar tutmuş fotoğrafları ?"İzmir'e kağ yağdı "nın belgesidir....:)Böyle özlem duyunca sıcacık yatağımızdan kalkıp karlı dağlara gitmek hiç de zor olmuyor doğrusu...Çevrede Spil,Bozdağ gibi tesislerin olduğu yerlerin dışında da ,yürüyerek ulaşabileceğiniz çok keyifli yerler var.Bunun için; pazar günü evde yayılmaktan fedakarlık etmek,kahvaltı ve öğleden sonra kumanyanızı sırtınızda taşımayı göze almak ve bir de hevesli olmak yeterli...;)
Elbette ki bunlar sadece doğada bir gün geçirmeyi kafanıza koyma aşaması...Güzel bir gün geçirmek için bir takım ön hazırlıklar yapmak zorundasınız.Doğanın size sunacağı her zaman beklenmedik koşulları vardır.Bunlara hazırlıklı olmazsanız,sizi üzer.Bu nedenle ilk kez yürüyüşe katılacak arkadaşlarıma tekrar tekrar bir şeyler anlatır dururum.Özellikle de yürüyüşe davet ettiğim arkadaşlarıma:)Her türlü detayı bilmelerini isterim..Deneyimler,ilk kez uzun yürüyüş yapacaklara fikir verir.Daha önce yürümediğim türde ve uzunlukta bir yürüyüş için ben de bilgi almaya çalışırım.İnterneti kullanır ,bilginin peşinde koşarım...Kaç kilometre yürüyeceğimizi,zorluk derecesini ve hava durumunu mutlaka öğrenmek gerekir.Hazırlığımızı buna göre yapmaktır esas olan...Doğada her zaman beklenmedik şeylerle karşılaşabiliriz.Hazırlı olursak "sürpriz" der geçeriz...
Buluşma noktalarında sıcak "Günaydın"lar ile başlayan bu haftaki yolculuk,Kemalpaşa istikametinde Mahmut Dağı'nın sisli zirvesine hayran bakışlar atarken,rotamızda bizi nelerin beklediği düşüncesi ile devam ediyordu.Bağyurdu'na gelip şöyle bir havayı kokladık.Hava raporları güneşli bir havayı işaret etse de yine de o bölgede havayı görebilmek önemliydi.Yağmur olmayacağı kesinleşince iyi bir ateş yakacağımız da kesinleşti.Bu durumda sucuk ve ekmek hesabının ayarında bir değişiklik oldu.En son gördüğüm Mehmet'in elindeki 5 ekmek ve Ersin ağabeyin aldığı 2 kangal sucuktu..Sanırım üç kişi için:)))Arabanın içi sıcak ekmek kokusu ile dolunca Mehmet'in hesabına göre bir ekmek paylaşılıp gidecekti...Ama Ersin ağabeyin sucuk hesabı nasıldı, onu yukarıda görecektik:))..1,5 kilo sucuk!..yoksa 3 kilo muydu?!Bu hesapların sağlamasını da fotoğraflara bakıp kolayca yapabilirsiniz....:))
Ovacık Köyü'nün üst yanındaki kahvede kahvaltımızı yapıp yola koyulduk.Bir orman yolunda,yer yer kar ama daha çok buz üstünde ve kış aylarında kendini küçültmüş orman dokusu içinde yavaş yavaş yükselmeye başladık.700 m.lerdeki başlangıç,kısmen buz tutmuş kar üzerinde 1300 m.lere kadar devam etti.Zaman zaman ayaklarımızı saplayarak yürüyorduk.Bir ara o kadar sertleşti ki kar,iz açmak için baylar ön sıralarda yerlerini aldı.Güneşle kucaklaşıncaya kadar dalların arasından sıyrılarak yürüdük.Patikalardan çıkıp dağ yolunda bir süre devam ettikten sonra bol güneşli ve karın parlaklığından gözümüzü açamadığımız bir yerde biraz eğlendik.Hem Bozdağ tarafını hem de Ege'nin en yüksek tepelerinden olan Dededağ'ı görebileceğimiz sırta doğru hafifçe yön değiştirerek vadiye paralel bir patikadan yürüdük.Kar,ağaç,manzara ve güneşin içiçe olduğu yerde çok keyifli bir mola verdik.
Güzel bir ateş ,sucuklar için dallardan şiş yapma ritüeli,Zeynel Hoca'nın "Aleve tutma sucuğu!","Yakma sucuğu!","Küle düşürme sucuğu!"nidaları arasında her zamanki gibi keyifli bir yemek molası oldu...Sohbetler,paylaşımlar,tanışmalar hep bu sırada oluyor işte.Düşünsenize dağın başında yiyeceğinizi,çayınızı paylaşırken aslında içinizdeki iyilikleri döküveriyorsunuz ortalığa...
İyice dinlenmeye fırsat kalmadan toparlanmaya başladık.Dönüş vakti gelmişti.Şimdi inişe geçme zamanıydı.Yürüyüşlerde inişin çok önemli olduğunu hiç aklımdan çıkarmıyordum.Molada biraz dinlenip gevşersiniz.Karnınız da doymuştur.Dönüş kavramı,etkinliğin bitmek üzere olduğu hissiyle dikkati dağıtır.Eve dönüş saati yaklaştıkça telefon trafiği olabilir.Az fotoğraf çektiyseniz ,biraz daha çekmek istersiniz.Ama bunların hepsi birer kaza nedeni olabilir.Hareketli,bozuk ya da kaygan bir zeminde sağlam basmanızı engelleyecek kadar konsantrasyonu bozan durumlardır bunlar.Yaralanırsanız,eve dönüş bir ızdıraptır.Eve döndükten sonra da sizin için bu yürüyüşün bir kabus olamasını istemiyorsanız yapılacak en önemli şey ;İniş faaliyetini önemsemektir.Kaza ve yaralanmaların çoğunlukla iniş sırasında olduğunu hep aklımda tutmuşumdur.Yolumuz uzundu.Bir aksaklık olmadan ve tempolu bir şekilde inmemiz gerekiyordu.Hızla yönümüzü güneşin batış yönüne doğru çevirip inmeye başladık.Zaman zaman dağ yolu ile devam etsek de gün ışığı izin verdiği ölçüde dikey inişler de yapıp ,patikaları da aşıp Sinancılar Köyü'ne ulaştık.Köye yaklaşırken çok keyifli bir çam ormanı içinde yürüyorduk ama havanın kararması nedeniyle bunun tadına varamadık doğrusu..
Geleneksel olarak köy kahvesinde soluklanma ,sıcak çaylarımızı içme ,yorgun ama mutlu bedenler...Gün boyu kar özlemimizi giderirken alışık olduğumuz güneş bizi hiç yalnız bırakmamıştı.Neşeli ve enerjik bir grubun yeni bir rotası daha olmuştu işte.Akşam olduğunda yaklaşık 18km yürümüş olmanın verdiği hazzın, yorgunluğu alıp götürdüğünü düşünüyorum...Doğa ile kucaklaşmış olmak da en güzel bakiye bana göre..
Ve aklımda kalanlar;
-"Çaylar benden "diyerek güne başlayan ve ardında da öyle devam eden Zeynel Hoca..:)
-Sabah sabah arabanın içini kaplayan sıcak ekmek kokusu...:)
-İki kangal sucuk ...Ve de şişe geçiriliş biçimi:)
-Ayva'yı yiyenler...yemeyenler...yiyemeyenler....:)
-İniş sırasında Atakan'ın genellikle koşuyor olması :)
-İniş sırasında Mehmet'in genellikle tırmanıyor olması:)
-Köye girerken öncü Atakan'ın ,dizinde sıkıntısı olan arkadaşımıza yardım ederek en arkadan gelen Ersin ağabeye telsizden "Seni sevmeyen ölsün!" mesajını göndermesi...:))
Her pazar ,yeni bir doğa tecrübesi için buluşmak dileğiyle...
Hülya ŞENOĞLU
PATİKATREK ile Kemalpaşa Ovacık Yaylası-Sinancılar Rotası

15 Ocak 2012 Pazar

Dumanlıdağ'dan Geçen Kısa Bir Yol Hikayesi

        Doğa ,O'na her dahil oluşumuzda bize beklentilerimizi vermiyor. Geçen hafta Bozdağ'ın karlı ama insaflı yüzünü gösterdiği yürüyüşten sonra bedenler yine karda olmak istedi.Yönümüzü Aliağa Çukurköy -Çıtak rotasına çevirdik.Spil eteklerinde bile kar olduğuna göre Dumanlıdağ'ın 1150 m'lik kütlesinin bir yerinde karla buluşmak tabi ki mümkündü.Hava raporları da bunu desteklese de diyorum ya beklentiler geçerli değil...Kuralları ve değişimleri doğa belirler...
        700 m lerdeki Çukurköy'e doğru araçla yol alırken kar bize izini göstermiyordu ama asfalt çalışması,yoldaki düzenlemeler bir süre sonra rüzgar santralı ile karşılacağımız hissini veriyordu.Ne de olsa bölge bu tip yatırımların yeni gözdesiydi. Sıcak aracın içinden mütevazi,çabuk ama enerjimizi canlandıran kahvaltımızı yapacağımız kahveye iniverdik.Soğuk hava sadece atmosferde var aslında ;gönlünüz sıcaksa herşey sıcak....Kahvede köy ahalisi bir masada,bizler diğerlerinde ...Hızlıca kahvaltımızı ederken değişik bir durum vardı ortada!Alışıklar mı gelişimize ?Yoksa misafiriz ya;iki çift laf edecekleri bir avuç insan mı onları şenlendiren....Evet ,"şen " insanlardı gördüğüm yüzler...Aklımda kalan ,sabah sabah kıraç bir dağın eteğindeki köyün, şen insanlarıydı...Deklanşörlerden sesler gelmeye başladığında onlar mutlu,biz mutlu...Umarım biz de onlara soğuk havada bir renk katmışızdır... Ve başladık arşınlamaya köyü,dağı,taşı....Zaman zaman tezekler arasında yürüyor,dağın genel bitki örtüsünü oluşturan makilere çalım atıp bazen de onlarca yıl önce yapılan taş bir yoldan yukarıya doğru tırmanıyorduk.Dumanlıdağ'ın dokusuydu bu...Zirveye yaklaştıkça irili ufaklı kayalardan oluşan bir düzlük oluştu ve birden buralara kadar asfalt yol yapılmasına sebep olan rüzgar tirbününün temeli karşımıza çıktı.Yolu aştık.Yükselmeye devam ettik ama açılan yolun,buraya teknolojiyi taşırken topraktan çaldıklarını düşünüyordum.Rüzgar tirbününün sürdürülebilir bir enerji yaratması ve daha az petrol kullanımı demek olduğu sanki içimi kısmen rahatlatıyordu...Ama yine de karışıktı kafam...
         Zirvenin köhne gözetleme kulesi ve "Burası zirve!" diyen dev kayaları ile kucaklaştıktan sonra yüzünü bir türlü göstermeyen bulutlar ardındaki güneş ile birlikte bir kuytuda ateşimizi yakıp dinlenmeye ,atıştırmaya,çıkınımızdakileri yemeye başladık.Zaman ilerledikçe sıcaklık düşüyor,ama ateş başı muhabbetler ve pişen sucuklar soğuğa aldırmazlık yaratıyordu.Ateşin başında en sıcak yeri arayanların kendilerini ısıtma çabaları ve bomba gibi aniden patlayan közler aklımda kalanlar....
         Çıtak'a doğru bir iniş düşünürken sertleşen hava koşulları ve zamanın daralması Zeynel Hoca'nın Hatundere'ye iniş kararı vermesini sağladı.İyi ki de öyle olmuş.Oldukça sert bir inişle başlayan ,nemli toprak olmasa neredeyse çarşak gibi kolay yuvarlanabilecek ,son derece dikkat gerektiren bir eğimli zeminde,yine makileri ve kayaları çalımlayarak aşağılara inmeye başladık.Dikkatimizi yerden alabildiğimiz anlarda nefis bir manzaraya karşı yürüdüğümüzü farkediyordum.Ve birden yeşilin dozu artmaya başladı.Bitki örtüsü değişmese de ağaçlarla buluşmaya başlamıştık.Ağaç demek ,su demek..Su demek,yeşil demek...Dağın bir yüzündeki yaşam ,hayvanları için su biriktirip ,yağmur hasat ederken diğer yüzündeki yaşamda ise ağaçların arasından suyun sesi çalınıyordu kulağımıza ve aşağıda adında "dere" geçen bir köy bekliyordu bizi.Bol bol yeşil doku ve dev kayalar yanyana aşağılara doğru sıralanmışken birden kendimizi çamur bir zeminde bulduk.Zordu ama doğanın size sunduklarını yaşama keyfini benimserseniz,eğlenebiliyorsunuz..
         Çamur tecrübesinden sonra bir meranın kıyısından hatta içinden büyük başların şaşkın bakışları ile yola çıkabilmiştik.Bir süre de yolda yürümeye devam ettik..Zaman zaman uçuşan kar taneleri bize eşlik ediyordu.Arkamıza baktığımızda inişe başladığımız yerde toz bulutu halinde kar yağışını görüyorduk.Hatundere köyüne vardığımızda,hava kararmış,akşam ezanı okunuyordu.Köye girerken son bir çamur banyosundan sonra derenin üstündeki köprüden geçerken birden aklıma şoförümüz İsa geldi.Geçen gezide atıştırdıklarımızdan dolayı arabayı kirlettiğimiz için şikayetleniyordu ya.. "Şimdi acaba bizi botları çıkartıp mı araca bindirir ?" yoksa "elinde fırça ve su ile mi karşılar bizi "derken olan oldu.:)))Hatundere kahvesinde sıcak çay hayalleri kurarken İsa ,elinde hortum ve fırça ile karşıladı bizi...İşini garantiye almak için tek tek fırçaladı botları da..Kimsenin çamurla uğraşacak hali yoktu ama o halde araca binmek de ona haksızlık olurdu.;) Çaylar içildi.Ekibin en genç üyeleri biraz buruktu.Köye yaklaşırken fotoğraf makinelerini kaybetmişlerdi.Biz dinlenirken biraz geriye yürüyüp aradılar ama hava karanlıktı ,bulunamadı...Bir hayırlı insanın eline geçsin ve geri gelsin makina..Kızlar üzülmesin:(..Malı ,alıp yerine koyabiliyorsun ama içindeki anıları satın alıp geri getiremiyorsun işte...İyi düşünelim biz:İyi bir insanın eline geçecek ve makine geri gelecek,hep beraber sevineceğiz....:) Ve son....Araca binip dönüşe geçtiğimizde eski deneyimler,anılar paylaşılıp bir sonraki haftanın planları konuşulurken bir yandan ısınıp gevşedik bir yandan da yavaş yavaş vedalaştık. O anda iki şeyi çok iyi biliyordum;...İlki,herkes eve gider gitmez teknolojiyi kucaklayıp fotoğrafları paylaşacaktı...İkincisi de bugün bize katılamayan arkadaşların merakla bizden gelen paylaşımları bekledikleriydi. Ama bir şeyi bilmiyordum;..Eve döner dönmez yorgunluğumun farkına varırken,"çarşambaya kadar ancak yazarım" dediğim bu satırları yazacağımı...İnişin ben de yarattığı heyecan ile 1150 m lik Dumanlıdağ'dan indiğimiz rotadan yani Hatundere'den başlayarak tırmanmayı hayal ediyorum...Tabi ki doğa izin verirse....
         Hep tırmanacak dağlarımız,kıyısına ineceğimiz göllerimiz,içinde kaybolacağımız ormanlarımız,içinden ıslanarak geçeceğimiz derelerimiz olması dileğiyle...
         Hülya ŞENOĞLU
         PATİKATREK ile Aliağa Dumanlıdağ-Hatundere Rotası